6. Gün ( Kotor - Tiran. En uzun gün...)

01 Eylül Perşembe...

( Kotor derim, başka da bir şey demem...)
Sabah uyanıp balkona çıktığım anda “ budur...” dedim... Belki de Kotor Budur anlamına geliyordur J



Manzara, deniz, dağlar... Muhteşem, büyüleyici... Marmaris, Ayvalık, Bencik koyu, İstanbul boğazı'nın en güzel karışımı olmuş Kotor...




Dubrovnik’te geceleyemediğimize hiiiç üzülmüyoruz. Buraya gece girmek ve sabah bu manzaraya uyanmak çok iyi geldi...
Kahvaltı için Kale civarındaki yerlere bakarken sabit pazarı görüp satıcılardan kahvaltılıklar seçerek mutfağı olan apart otelimizde kahvaltı yapmaya karar veriyoruz.

Çok ta iyi ediyoruz ama alışverişte gözümüz doymamış olacak en az iki sabah kahvaltılık malzemeyi de ev sahibimize hediye ediyoruz...
Kahvaltı sonrası nihayet Adriyatik denizine girme fırsatı buluyoruz. Nereden girebiliriz? diye sorunca her yerden cevabını alıyoruz... Evet, burada her yer plaj... 
Deniz çok iyi geldi...
Duşumuzu alıp ( hesabımızı 60 euro ) ödeyip, gündüz gözü ile Kotor Kalesini ve çevresini gezmeye çıkıyoruz.
Haritadan bakınca “ bu koya sandal girmez “ dediğiniz yerdeki limanda devasa cruise gemilerini görüyor, sahildeki şık bir kafede kahvelerimizi içip keyif yapıyor, bol bol fotoğraf çekiyoruz...

Kotor kalesi Dubrovnik’e benziyor ama henüz turistik olarak havalara girmemiş, daha gerçek ve sıcak geliyor bize. Hava sıcak ama hemen hemen tüm daracık sokaklarını keyifle gezerken fark ediyoruz ki bu yakın yapılaşma ve daracık gölge sokaklar güneşten koruma amacını da güdüyor...
Sonunda gerçekten istemeye istemeye Kotor’dan ayrılıyoruz.
Gerçi çok ta vakit kaybettik Arnavutluğu gündüz vakti direkt geçerek Ohrid’e varmak için ama yetmedi işte...

Yol üstünde Budva ve Sveti Stefan kalesi var. 








Budva pek ilginç gelmiyor bize 
( Kotor’dan hemen sonra gördüğümüz için olsa gerek, oysa Tiran tarafından geliyor olsak belki de cennet gibi görünecekti J )
Tepede durup fotoğraflar çekip Budva’ya selam, yola devam diyoruz.






Sonra Sveti Stefanı yoldan-yukarıdan görüp ( zaten kale içine girilemediğini okumuştuk ) fotoğraflarını çekip devam ediyoruz.

Bizi bekleyen bir Camel-Trophy, pardon Arnavutluk var çünkü... Gezi öncesi danıştığım her yaz Avrupa’da motosikletle 10.000 km. yapan arkadaşım Arnavutluk deyince burun kıvırmış, ama güzergâh uygunluğundan dolayı “ peki o zaman ama direkt ve mutlaka gündüz geçin “ demişti…

Biz huzurlu olmak için depomuzu Karadağ’da dolduruyor ve Tiran’a doğru yola çıkıyoruz. Amacımız 350 kilometreyi gündüz geçip Makedonya Ohrid’de gecelemek…

Bir süre iyi olan yol giderek tatsızlaşıyor, iki arabanın zor geçeceği bol virajlı tuhaf bir hal alıyor. Yok canım iki ülkeyi bağlayan yol böyle olamaz diyerek tekrar tekrar bir GyPSy e bir de benzinciden ne olur ne olmaz diye aldığımız haritalara bakıyoruz. Her ikisi de bu yolu gösteriyor… Da bir türlü inanasımız gelmiyor. Soracak birilerini arıyoruz yok… Nihayet bir kır lokantasında durup soruyoruz, onlar da evet bu yol Tiran’a gidiyor 25 Km. kaldı diyorlar… J

Sonunda bir anda karşımıza Karadağ - Arnavutluk sınır kapısı çıkıyor. Her iki ülkenin de bayrakları var? Salak salak bakınırken araba bir an sol yandan kaldırımdan aşağı düşmüş gibi oluyor, tatsız sürtünme sesleri… Toparlayıp bozuntuya vermeden 3-5 arabalık kuyruğa giriyoruz. Tabi durunca hem görebildiğimiz kadarıyla arabanın altına, hem de geri dönüp orada ne olduğuna bakıyoruz. O bölümde iki şeride düşürülen yolda Arnavutlukta Karadağ’a geçen araçların girmesi düşünülen bir dezenfeksiyon havuzu yapılmış. Üzeri branda ile kapalı 10 m. lik gölge bir kara nokta bu… Fotoğraflarını çekiyoruz, belli ki bizden önce de bu sürprizi epey yaşayan olmuş. Bir tane trafik kukuletası ile çözülebilirdi oysa… Canımız sıkılıyor yürüyen aksamda bir şey olmuşsa buralarda, hele Arnavutlukta ne yaparız? diye… Neyse Karadağlılar kontrolleri yapıyor geçiyoruz, sıra Arnavutluk kontrolünde… Ama gidiyor, gidiyoruz Arnavutluk kapısı yok? Sonradan bağdaştırıyor ve anlıyoruz ki Karadağlılar Arnavutlarla tek kapı ile işi çözmüşler… o nedenle iki ülkenin de bayrağı varmış… Gerçi hiç ikili kontrol, yani Arnavut görevli yoktu J

Arnavutluk’tayız… Yol tek gidiş, tek geliş. Bırakın tüm yol boyunca alışmış olduğumuz yemyeşil ormanlar bu kıraç alanda tek tük ağaçlar var. Zaten arabada sorun oldu mu? diye canımız sıkkınken birden başlayan bu doğa iyice hüzünlendiriyor bizi.

Ama ya kural bilmediklerinden, ya da kural tanımadıklarından Arnavut sürücüler kendimize getiriyor. Ortalık toz duman, yol tamamen sollanmaz düz çizgili ama o da ne? Bismillah tan bir manda kasa Kamikaze Mercedes sollamış geliyor karşıdan… Eeee, bizim minibüs sürücüleri gibi zaten yolun onların babalarından kalma doğal yaşam alanları olduğunu düşünüyorlar, alışığız deyip omuzlarımızı içeri çekerek en sağa doğru yanaşıyor yol veriyoruz…

O zaman kadar notlar tutup eğlenerek etrafı seyreden co-pilot Cengiz ağabey şimdi gözleri fal taşı gibi açılmış tüm dikkatini yola veriyor J Zaman zaman fotoğraflar da çekiyoruz ama bu bölüme fotoğraf makinesi değil film makinesi gerek diyoruz. Çünkü yetişemiyoruz…
Hani “ anlatılmaz, yaşanır… “ denir ya, bu Arnavutluk yolu için söylenmiş olabilir J

Gece mezarlıktan geçenler korkmamak için ıslık çalarlar ya, biz de bu espri yapma şekline dönüştü… “ Merkeze gidince bakkallara bakalım, ehliyet satıyorlar mı ?“ dan Kamikazelerin kökeni Arnavut muş, Bir Arnavutların bir de Amerikalıların sembolü kartal, çok da benziyorlar a kadar bir sürü geyik yapıyor, gerginliğimiz atmaya çalışıyoruz…

Bir ara ana yol hız sınırı olarak “ 20 “ tabelasını görünce şaka diye düşünüyoruz. O sırada göstergeye bakıyorum vallahi 20 !!! Kurallara uyuyoruz… J Şaka canım, trafik sıkışık da ondan… Gerçi yol açık olsa da 30 yapabilen ralli sürücüsü olabilir ancak…

Sonra bir şaka daha oluyor otobana çıkıyoruz ??? aynı İstanbul – Ankara otobanı, ancak küçük bir farkla ortaya yapılan bariyerlere yolun sağ tarafında gerek duyulmamış (!) bu nedenle satıcılar, karpuzcular otobanın sağ tarafında sergilerini açmışlar J
Sıkılmışız zaten basmaya başlıyorum gaza ve ağabeyime soruyorum “ hız tabelası gördün mü?“ Yok, o da görmemiş, sonra elindeki haritadan ülkelerdeki hız sınırlarına bakıyor, bir Almanya’da, bir de Arnavutluk’ta otobanlarda hız sınırı hanesi boş… Bence bu basabildiğin kadar bas anlamına geliyor J  ve ibreyi sonuna dayandırırken “ ya Almanya’nın da simgesi kartal değil miydi? Benzerlik oradan “ diye gülüşüyoruz.
Bu sürrealist Otoban sanırım 20-30 kilometre sürüp birden bitiyor? O zaman anlıyoruz ki Arnavutlar bu kadar bir şey için ne gişe, ne de hız sınırı tabelası yapmaya gerek duymamışlar. J
Yani sorarlarsa sizde otoban var mı ? Var diyebilmek için gibi…
Arnavut yolları ikiye ayrılıyor, otobanımsı yolda “ gidebildiğin kadar git “ diğer yollarda ise “ gidebilirsen git “ şeklinde J

Yola ve sürücü davranışlarına bakarak ağabeyime “ bu akşam Tiran’da kalsak? “ dâhiyane önerisini sunuyorum… Önce biran evvel buradan kurtulma hissiyle olsa gerek burun kıvırıyor, ama Tiran’a yaklaştıkça zaten fikrin dâhiyane değil, durumun mecburi olduğu ortaya çıkıyor…J

Hatta akşamüzerine doğru Tiran’ a girerken yol üzerinde Hotel Prince yazısını görüyor, prensler gibi burada kalırız muhabbeti yapıp eğleniyoruz…

Nihayet, Tiran’a giriyoruz, en az 4-5 şerit gidiş geliş bir yol oluyor. Sağ taraf en az iki sıra araç ve toprak… Burada da eski Mercedes ( 20 - 30 yıllık ) bolluğu dikkatimizi çekiyor. Almanlar eski Golfleri Bosna’ya, eski Mersoları da Arnavutlara kakalamışlar geyiği oluyor… En sık benzin istasyonlarına da burada rastlıyoruz. Bir de yüzlerce araba yıkama ( Lavazh ) tabelaları görüyoruz… Hatta motosiklet yıkayanlar var, ilginç geliyor ve bağdaştırıyoruz ki bu kadar toz toprak içinde çok normal… Arnavutluk bize hiç yabancı değil. 1980 lerdeki Türkiye gibi burası…

İstanbul’da araba kullanmamış birinin buradan çıkması zor görünüyor…
Ancak Bosna’daki gibi parayı bulanların yeni Golf alması gibi burada da yeni süper Mercedesler görüyoruz.

Merkeze varınca ilk işimiz internet cafe bulup hotel rezervasyonu yaptırmak. Bunun için İngilizce bileceğini umduğumuz gençlere soruyoruz. Üçüncü şansımızda bir yer tarif ediliyor. Aracımızı zar zor görebileceğimiz bir yere park edip gidiyoruz. Zira sanırsınız burada iki kişiye bir araç düşüyor, ama yol ve park yeri yok...

Kapısında kocaman Google ve Firefox amblemleri olan mekanın kapısındaki sahibi olduğu belli delikanlıya “ Internet cafe ? “ şeklinde tonlama yaparak soruyoruz. Delikanlı “ yes internet, but no cafe ! “ diyor gülmeye başlıyoruz… Ok. Diyerek içeri geçiyoruz, Saati 140 Leke internetin… Temkini elden bırakmadan soruyoruz“ Euro alıyor musunuz? “ no diyor, Leke sadece diyor…

Saat 19.50 Change Office ya da Banka soruyoruz, uzaylı şeklinde bakıyor… Koşturup bir caddeye çıkıyorum, kapatmak üzere olan bir döviz bürosunda
20 euro bozduruyorum 2800 Lekem oldu…J Koşturup internetin başına oturuyoruz, hadi booking.com ver bize Tiran’da kalacak güzel seçenekler…

Tiran – 1 Eylül yazıp arama yapıyoruz… Gözler bir kez daha büyüyor 1 tane ( yazı ile bir ) otel bulundu? Hadi canım diyoruz, diğer seçenekleri sunuyor… 73 km. ötede Karadağ’da Hotel Montenegro :-) Ama hoş ve komik bir şey daha var ki o tek otel de yol üzerinde görüp gırgırını yaptığımız Hotel Prince J
Fiyat 50 euro ( sanki 100 olsa gıkımız çıkarmış gibi… )

Rezervasyonumuzu yapıp oteli arayacağız ama stresten farkına varmamışız karnımız çok acıkmış. Meydanda şık yerler görüyor hevesleniyoruz ama arabayı bırakacağımız güvenli bir yer yok. Birkaç tur atıyoruz nafile… Zaten otoparkçı değnekçi çocuklar midemizi bulandırıyor, bu arada caddede yol kenarına ikinci sıra park şeklinde aracını atmış olanlar var?
Oralarda şansımız olmadığını anlıyor daha seyrek trafiği olan bir yer arıyoruz. Bu arada birçok ışıklı kavşak var ama hemen hepsinde ortada trafik polisleri var, anlaşıldı ki ışıkları takan yok… Düdük - korna kıyamet gidiyor…
Sahi gezi boyunca ilk kez burada korna sesi duyduğumuzu fark ediyoruz ve ben de bir İstanbullu olarak 6 gündür kullanmadığımız aracımızın bu nadide özelliğini J maç kutlaması tadında zarttırı zortturu kullanıyorum...

Bir caddede lokanta görüyoruz önünde de park yeri var. Hemen arabayı atıp oturuyoruz. Ellerimi yıkamaya giderken üç kadının ızgara başında çalışmasını izliyorum. Köfte yememeye karar veriyorum J Lavaboyu görünce “ acaba burada yemesek, hatta hiç yemesek… Daha mı iyi olacak “ diye düşünüyorum. Sıvı sabun olarak Fairy bulaşık deterjanı ile ellerimi yıkıyorum, kâğıt yok... Dönüşte ızgaranın ateşini görünce bu ateşte mikrop barınamaz deyip dilsiz işaretleri ile biftek ve pirzola siparişi veriyoruz. Siparişler doğru geliyor, O açlıkla silip süpürüyor, yaklaşık 10 euro ödüyoruz.

Şimdi sıra geldi Prens otelimiz bulmaya. Otopark var Wireless var daha ne isteyelim?
Kurnazlık yapıp GyPSye ” hadi bizi Karadağ’a geri götür “ yazıyorum. Yola çıkıyoruz, saat 22.00 ye geliyor, 10 dakikada buluruz nasıl olsa…

Ama öyle olmuyor, 10 -15 km. km gidiyor ama prensi göremiyoruz, gittiğimiz ters yolda gördüğüm Continental Otelin Resepsiyonunda görevli kıza danışmak istiyorum,İngilizce bilmiyor ??? J  Kös kös kente dönüyor tarif almaya çalışıyoruz. Polisler soruyoruz ne İngilizce ne adres bilmiyorlar, oradaki gençlere danışıyorlar. Çizerek bir tarif yapıyorlar ama nafile… Şimdi bunları yazarken gittiğimiz yollara ve otelin yerine bakıyorum internetten. Ne kadar basit ve komikmiş oysa… Ama gece oldu ya, panik durumu… Neyse yanımızda Leke’lerimiz var. En garantisi bir taksici bularak onu takip etmek. 3 taksiciye soruyoruz bihaberler. 4. Taksici ( tabii ki eski Mercedes J ) üzümlü kek bulmuş tadında “ ben götürürüm“ diyor. Kaç leke? Diyorum. 600 yazıyor bir kâğıda. Ben de 500 diyerek belli belirsiz bir pazarlıkla alıyorum taksiyi önüme. Varıyoruz otele. Yalnızca 4 km imiş, ama bize çok şehir dışı ve uzun gelmiş de yanılmışız demek ki J

2010 yılında yapıldığı gözümüze ilişmişti booking.com da. İyi bari diyerek 3. Kattaki odamıza çıkıyoruz. Oda balkonlu, tüm pencereler panjurlu? Banyo –Tuvalet olan yerde kocaman oda penceresi var? Fantezi herhalde deyip eğleniyoruz. Küvet var ama banyo perdesi – duşa kabin misali bir şey yok… Duş yapınca banyo tümüyle küvet oluyor. Tek iyi özelliği yurttan bu kadar uzakta ilk defa taharet musluğu olan bir klozet gördük. O da Türkiye’den gitmiş zaten… Gerçi ilk başta paslı su aktı, belli ki epeydir kullanılmamış J Otel daha bir yıllık olmasına karşın sanırsınız 10-15 yıllık. Dolap içindeki mini buzdolabı sığamamış, kapısı dolap menteşelerine takılıp bir türlü kapanamıyordu. Ezilmiş, belli ki zorlayınca oluyordu J
Tv. de sadece eurosport un çakma versiyonu bir kanal görüp güldük. Bir de yolda çakma Coca Cola ( Cola-Cola gibi bir marka ) ve RedBull ( PitBull ) kamyonu görüp eğlendik.

Odaya gelemeyen wirelessin biz ayağına gidip lobiye indik. Babasının oteli olduğu anlaşılan sempatik delikanlı yanımıza gelerek “ bir internet hattı daha var, o da mı olmuyordu? “ dedi, biz de “ iyi ama bilgi verilmedi, hem onun ismi farklı“ deyince “ boş verin şifresiz o, hem o da benim “ dedi J Biz yine de otelin internetini kullanarak neredeyiz, ne oluyoruz? Durumlarına baktık.

Lobide 2-3 saat daha internete takılıp uyumaya gidiyoruz...

5 yorum:

  1. Harika bir anlatım ve bilgilendirme için teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Merhaba, ekim ayı içinde 5 günlük Üsküp'e bilet aldık. Makedonya, Arnavutluk ve Kotor'a gitmeti planlıyoruz. 5 günde buraları gezmek çok aceleci mi olur? Bir de araba kiralamayı tavsiye eder misiniz? sınırdan geçerken sorun oluyor mu? ya da kiralarken birşey beyan etmemiz gerekiyor mu? çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Fatma Hanım,
      Gideceğiniz yerler çok yakın olmasına rağmen üçü de birbirinden çok farklı kültürler. Araç kiralama bence en avantajlısı. Ama kiralık araç ile hiç sınır geçişi yapmadım. Onu firmaya sormanızda yarar var. Okumuş olduğunuz gibi ben olsam Arnavutluğa hiç gitmem :-) Üsküp aşağısında Ohrid var orası da çok güzel. Ama Kotor'u görmenizi özellikle tavsiye ederim. İyi yolculuklar olsun...

      Sil
  3. 5 yıldır her yıl Albania'ya gidiyorum eşim ve arabamla.Büyük keyif alıyorum.Yazılan zorlukların hepsine katılmıyorum.Halkı bizden daha yardımsever ve güler yüzlü.Hiç sıkıntı yaşamadım.Geze geze bitiremedim.Sanırım birkaç yıl daha geleceğim.Çok ucuz.Herşey var.Benzin ve gaz Türkiye'den ucuz.Tek şikayetim oto strada dışındaki yolların dar olması.Biraz dikkat edince problem olmuyor :)

    YanıtlaSil
  4. Grup seyyahatimiz öncesi bize çok yardımınız oldu, harıka bir anlatım. Teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil